Fantasia RPG
Hoş geldiniz!
Fantasia Rpg'ye üye olabilmek için, bir referansa ihtiyacınız var! Eğlenceye başlamanız için bir tanıdığınızın size kefil olması gerekiyor. Eğer Fantasia dünyasına katılmak istiyorsanız ve sitede referans alabileceğiniz bir üye tanımıyorsanız, Fantasia Dünyası'nın efendisi Dominus ile görüşüp şahsi referansını alabilirsiniz: jfr4ever@hotmail.com
Fantasia RPG
Hoş geldiniz!
Fantasia Rpg'ye üye olabilmek için, bir referansa ihtiyacınız var! Eğlenceye başlamanız için bir tanıdığınızın size kefil olması gerekiyor. Eğer Fantasia dünyasına katılmak istiyorsanız ve sitede referans alabileceğiniz bir üye tanımıyorsanız, Fantasia Dünyası'nın efendisi Dominus ile görüşüp şahsi referansını alabilirsiniz: jfr4ever@hotmail.com
Fantasia RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Fantasia RPG

İyilerin iyi, kötülerin kötü olmadığı bir dünyada, benliğinizi koruyabilecek misiniz?
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Ders 1: Av-Avcı İlişkileri

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Adrian Black
Flamma Öğrencisi / 1. Sınıf
Flamma Öğrencisi / 1. Sınıf
Adrian Black


Lakap : Ad
Mesaj Sayısı : 58
Nume : 4782

Ders 1: Av-Avcı İlişkileri Empty
MesajKonu: Ders 1: Av-Avcı İlişkileri   Ders 1: Av-Avcı İlişkileri Icon_minitimePerş. Mayıs 12, 2011 11:19 am

Sonlar, başlangıçlar... Bu iki kavram arasındaki ilişki sık sık Adrian'ın zihnini meşgul eder olmuştu, özellikle son günlerde. Herkesin dilindeydi olan bir cümle vardı, neydi o? Her hikayenin sonu, aslında yeni bir hikayenin başlangıcı mıydı? Öyle bir şeydi herhalde. Peki bunu söyleyen insanlar hiç düşünmüyor muydu acı bir sonla noktalanan her hikayeden sonra, hikayenin kahramanının ne hâle düşeceğini? Yeni bir başlangıca adım atacak gücü kalacak mıydı acaba? Yeni bir hikaye isteyecek miydi artık? Bir nokta da hayatımın sonuna koy demek geçmeyecek miydi içinden? Adrian bunları düşünüyordu; çünkü noktalar onun hikayelerinin sonuna değil, kalbinin ortasına koyuluyordu. Bir daha hiç atacak mıydı acaba, eskisi gibi? Hiç ümit kalmış mıydı onun için? Ümit... Bu da onun kafasını karıştıran başka bir kavramdı. Öyle acımasızdı ki ümit, boşuna olduğunu bilse bile, hissetmekten başka bir şansı yoktu.
Bu dünyada iyi duygulara yer yoktu, bunu çoktan anlamıştı Adrian. Eğer duygular ve kavramlar üzerinde bir değerlendirme yapacak olursa, 'iyi' olarak değerlendirdikleri neden büsbütün değersizdi bu hayatta? Oysa tam aksi olması gerekmiyor muydu? İyi olanlar bunun karşılığını bu dünyada alamıyorsa, acaba karşılığını alacakları bir zaman gelecek miydi? Ölümden sonra da bir hayat var mıydı acaba? Bu konuda herkesin farklı düşünceleri vardı, Adrian ise bunları zihninden uzak tutmaya çalışırdı hep; o hayatına devam ettiği sürece, önemli olan onun yaşadığı dünya değil miydi? Fakat hayatın karşısına çıkardığı engeller, onu bu konuda düşünmeye zorluyordu. Ölümü beklemesi mi gerekecekti istediğini elde etmek için? Yoksa ölüme koşması mı? Eğer tüm bunlar doğruysa, ölüm de bir son değil, yeni bir başlangıç; bir çıkış, umut kapısı olmuyor muydu? Tabii doğruysa... Kesin olmayan yargılara güvenilemezdi, bunu düşününce içi acıyarak da olsa düşüncelerini bir kenara bırakıp, en azından denemeye karar verdi. Bugünü yaşamaya...
Magia Adası'ndaki ilk günü beklediğinden kötü geçmemişti, aksine diğer Flamma öğrencileriyle arasında neredeyse ilerde arkadaşlık seviyesine geleceğini umabileceği ilişkiler kurmuştu. Adrian ilk zamanlarının çok zor, çekilmez olacağını tahmin etmişti; birkaç gün önce buraya getirilmesinin, hayatta değer verdiği tek insan olan annesinden koparılmasının şokuyla... Oysa bu sorunları yaşayan tek kişi kendisi değildi, kimse buraya kendi tercihiyle gelmemişti. Kendini karanlık düşünce dünyasının bir çıkış kapısı bile olmayan mahzenine esir etmek yerine, hiç olmazsa bu zindanlarda dolaşıp başkalarının mahzenlerine de misafir olmayı tercih ederdi; böylece hiç değilse delirmemek için ufak da olsa bir şansı olabilirdi.
Atlı arabanın arkasındaki bölmede doğrulup, artık tepelerinde parıldamakta olan Güneş'e baktı. Sabahın köründe sahil gezintisi yapılmasının amacı neydi ki sanki? Bir değişiklik olsun diye katılmıştı bu geziye, fakat bu gezinin birkaç saate sığdırabileceğini düşünüyordu; karanlık basana kadar orada kalmak isteyeceğini de nereden çıkarmışlardı? Tabii adanın el değmemiş, ıssız ormanında tek başına saatler sürecek bir yolculuk yapmak istemiyorsa, buna katlanması gerekecekti. Katlanmak... Sahili gördükten sonra bu sözcüğü kafasından tamamen atıp, bu gezinin hiç bitmeyecek olmasını dileyeceğini nasıl tahmin edebilirdi ki?
Atlı arabada kendisinin dışında biri erkek, ikisi kız olmak üzere üç kişi daha vardı. Onlara hiç dikkat etmemişti yolculuk boyunca. Belki de kendisiyle konuşmaya çalışmışlardı, belki de onun ne bok olduğunu ilk görüşte anlayıp uzak durmak istemişlerdi. Ne fark ederdi ki? Fark ediyordu işte! Yanında oturan kızın bir Flamma öğrencisi olduğundan epey emindi, göz ucuyla ona baktığında siması tanıdık gelmişti. O da karşılarında oturan iki kişiyle birlikte gülüp eğleniyordu. Diğer ikisini ise daha önce hiç görmediğinden emindi. Fotoğrafik bir belleği olmasa da, hafızasının epey kuvvetli olduğunu düşünüyordu. Tam karşısında oturan çocuğun yüzüne dikkatle bakınca, derin bir nefret duygusu kapladı içini. Bu da neydi böyle? Neden hiç tanımadığı birini cayır cayır yakmak istiyordu ki sanki? Merhametten nasibini almamış biri olabilirdi, ama sebepsiz yere böyle sıradışı arzulara da kapılmazdı. Çocuğun deniz mavisi gözlerinden, dalgalı sarı saçlarına kadar her şeyinden nefret etmesi için birkaç saniye yetmişti ona. Avuç içlerinin karıncalanmaya başladığını hissedebiliyordu... Bu olayı daha önce de yaşayarak tecrübe ettiği için, kendini sakinleştirmeye çalıştı gözlerini kapatıp. Düşünmeye başladı... Adora... Fidelitas Köyü... Geri döneceğim... Sarı dalgalı saçlar, deniz mavisi gözler... Hayır, gözler değil, gözler değil... Deniz mavisi... Geri döneceğim... Deniz... Anneme döneceğim... Su... Hayır bunu düşünmeyeceğim! Su... Ateşi söndürebilecek olan tek şey! Karşısındakinin bir su kullanıcısı olduğunu anlaması için yeterliydi bunlar.
Düşünce dünyası da ona ihanet etmeye karar verecek günü bulmuştu! Öfkesini dindirmek bir yana, ruhu alevler içinde yanan Adrian'ı daha da beter hâle getiriyordu. Gözlerini açıp arabadaki dördüncü kişiye dikti gözlerini; uzun sarı saçlı, bebeğimsi bir yüze sahip olan kıza... Yüzünü tam olarak idrak edebildiği ilk anda buharlaşıp gitmişti düşünceleri, kızın yanında oturan çocuğa karşı olan yersiz öfkesi... Neden Adrian'a bu kadar tanıdık geliyordu ki bu sima? Cevabı bulması için birkaç saniye düşünmesi gerekti. "Harika." diye mırıldandı sessizce. Ondaki bu hayat belirtisini fark etmişti kız, saniyenin onda biri kadar bir süreyle mavi gözlerini ona çevirmişti. Gözleri tıpkı yanında oturan çocuğun gözlerine benzese de, onu rahatsız etmiyordu. İçlerinde keskin hatlarla sınırlanmış, dingin bir ruha rastlamamıştı Adrian o gözlerde, denizin huzurunu da göremiyordu derinliklerinde; bağımsızlık arzusuydu, özgürlük düşkünlüğüydü, değişken bir karakter ve derinlerde saklanmış bir öz güvendi kızın bakışlarındakiler. Ona biraz uzak olsalar da, karakterine zıt düşen şeyler değildi bunlar. Ortada bu gözlerden, tanımadığı bu kızdan rahatsızlık duyması için hiçbir sebep yok gibiydi sanki? Keşke öyle olsaydı...
Adrian kendine geldiğinde, bakışlarının boş bir koltuğun üzerinde sabitlenmiş olduğunu fark etti. Araba ne ara durmuştu ki? Düşüncelerini hissederek, derinden yaşayan biriydi evet, ama bu kadarı da fazla değil miydi? En kısa zamanda kendisine bir çeki düzen vermesi gerekecekti bu gidişle. Arabadan koşarak atlaması gerekmişti, zira bunu yapmakta birkaç saniye daha gecikseydi içinde olduğu araba tekrar adanın merkezine doğru, onunla birlikte hareket edecekti.
En sonda olmaktan nefret etse de, en önde olmaktan daha iyi olduğunu düşünüyordu Adrian; hiç değilse, takip edebileceği birileri oluyordu önünde. İstemeden de olsa gözleri, olağanüstü güzellikteki sahile doğru ilerlemekte olan onlarca öğrenci arasından, o sarışın kızı buldu. Ondan uzak durmayı istemesi için birçok gerekçe sıralayabilecek olsa da, bir şeyler kendini ona doğru çekiyordu. "Talihsizliğin bu kadarı..." diye mırıldandı kendi kendine sahile doğru yürürken, "Al sana sahil gezisi..." diye ekledi sessizce. Zıt duygular bir arada olabiliyordu, buna daha önce birçok kez şahit olmuştu ne de olsa. Ancak bu durumdan hoşlandığını da iddia edemezdi. Aksine, birçok zaman sinir bozucu oluyordu. Neden içten içe, nefret etmesi gerektiğini hissettiği bu kıza yakın olmak istiyordu ki sanki? Cevabı bilse de, fazla kurcalamamaya karar verdi. Geçmiş sadece içini acıtmaya yarıyordu, dahası yok.
Öğrenciler arasında küçük arkadaş grupları oluşmuştu bile şimdiden. Adrian'ın yerinde başka biri olsa, muhtemelen kendini dışlanmış hissederdi, karamsarlığa kapılırdı. Oysa o bu durumdan bir rahatsızlık duymuyordu, alışıktı da denebilir. Hiçbir zaman çevresi çok geniş olmamıştı, hayatında sadece ona yetecek kadar kişi vardı. Mektebe gitmemesinin de bunda etkisi vardı belki de. Diğer çocuklar gibi mektepte okumuş olsa, belki o da onlar gibi olacaktı. Onlar gibi... Yüzeysel, aptal hayatın rutinine esir olmuş... Hayır, bunu tercih etmezdi Adrian. Yine de, başlayacağı yeni hayatta kendine bir yer edinmesi gerekiyordu.
Ayakkabılarını çıkarmış, denizin sığ olduğu yerlerde koşarak eğlenen Valiant ikizlere baktı bir süre. Dün akşam onlarla epey bir muhabbeti olmuştu, hatta Tırış ve Tırıst ikizler lakabını onlara takan da Adrian'dı. İstese onların yanına gidebilirdi, ya da başka Flamma öğrencilerinin yanına... Bunu istemiyordu, nedense... Ayakları onu başka bir yere doğru sürüklüyordu. Öğrencilerden uzakta, düzgün biçimli bir kayanın üstüne oturmuş denizi seyreden, sarı saçlı bir kızın yanına...
Bazı zamanlar içine kapanık olabilirdi, ama çekingen biri değildi Adrian. Yapması gerekeni yapmakta üstüne yoktu. Sorun şuydu ki, tam olarak ne yapması gerektiğini bilemiyordu. İçinden bir ses yanına gidip ona kendini tanıtmasını, kibarca davranmasını öğütlüyordu; içindeki diğer ses ise kızın omuzlarını elleriyle kavrayıp, içindeki tüm öfkesini ona da hissettirmesini söylüyordu. İkilemde kalmaktan hoşlanmazdı Adrian. Başka bir çıkış yolu olmalıydı mutlaka... Ama ne? Cevabı bulduğunda, hafif bir tebessüm belirdi yüzünde.
Kızla arasında 3-5 metre kalana kadar yürümeye devam etti, fakat o hiçbir tepki göstermedi; bakışları denizin üzerinde sabitlenmişti. İlk hamlenin ondan gelmesini bekleyecekti Adrian; böylece doğaçlama takılacaktı, kararsızlığının esiri olmayacaktı. Ama bu durumda nasıl onun dikkatini çekebilirdi ki? Eğilip yerden bir taş aldı, doğrulduğunda göz ucuyla kızın olduğu yere doğru bir bakış attı; hâlâ bir gelişme yoktu... Taşı denize fırlattı sertçe. Denizin yüzeyi buğulandı, taşı attığı yerin çevresinde halkalar oluşmaya başladı. Kız ise yine bir tepki göstermedi. Harika. Başka bir şey denemeye karar verdi umutsuzca. Kızın arkasından dolanıp birkaç metre ilerisine gidince, yavaşça durdu. Hareketi boyunca göz ucuyla kıza baksa da; beklediği, umduğu tepkiyi göstermemişti kız. İçinden lanetler okuyarak, "Bu kızın da, kararsızlığın da, boktan ikilemlerin de canı cehenneme," diye fısıldayarak yaklaştı kıza.
"Ben Adrian. Adrian Black." dedi kızla arasındaki mesafe kaybolduğunda. Bir şeyler unuttuğunu fark etmesi çok da zor olmadı. "Şey, yani merhaba."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Ders 1: Av-Avcı İlişkileri
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Birinci Ders Dönemi Başladı!

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Fantasia RPG :: Magia Adası ve Büyü Okulu :: Sahil-
Buraya geçin: