Fantasia RPG
Hoş geldiniz!
Fantasia Rpg'ye üye olabilmek için, bir referansa ihtiyacınız var! Eğlenceye başlamanız için bir tanıdığınızın size kefil olması gerekiyor. Eğer Fantasia dünyasına katılmak istiyorsanız ve sitede referans alabileceğiniz bir üye tanımıyorsanız, Fantasia Dünyası'nın efendisi Dominus ile görüşüp şahsi referansını alabilirsiniz: jfr4ever@hotmail.com
Fantasia RPG
Hoş geldiniz!
Fantasia Rpg'ye üye olabilmek için, bir referansa ihtiyacınız var! Eğlenceye başlamanız için bir tanıdığınızın size kefil olması gerekiyor. Eğer Fantasia dünyasına katılmak istiyorsanız ve sitede referans alabileceğiniz bir üye tanımıyorsanız, Fantasia Dünyası'nın efendisi Dominus ile görüşüp şahsi referansını alabilirsiniz: jfr4ever@hotmail.com
Fantasia RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Fantasia RPG

İyilerin iyi, kötülerin kötü olmadığı bir dünyada, benliğinizi koruyabilecek misiniz?
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Ana Kurgu ~ Elementlerin Efendisi

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Dominus
Admin / Okul Müdürü / Kara Büyü Profesörü
Admin / Okul Müdürü / Kara Büyü Profesörü
Dominus


Lakap : Elementlerin Efendisi.
Mesaj Sayısı : 124
Nume : 4989

Ana Kurgu ~ Elementlerin Efendisi Empty
MesajKonu: Ana Kurgu ~ Elementlerin Efendisi   Ana Kurgu ~ Elementlerin Efendisi Icon_minitimeSalı Mayıs 03, 2011 9:32 pm

Yıllardan beri beklediği anın geldiğini hissedebiliyordu Adrian. Zaten hep düşünmüştü ne zaman olacak diye. Gecenin sessizliğini bölen çığlıklar, uzun dehşetli çığlıklar... Feryatlar, bağrışmalar... Ve kısa zaman aralıklarıyla kulağına gelen kapı ve pencere kapatma sesleri... Birazdan annesi gelirdi yanına nasıl olsa, o ona ne yapması gerektiğini söylerdi. Hoş, yatağında bir o yana, bir bu yana çırpınmaktan başka yapabileceği bir şey olduğundan da emin değildi ya. Dış kapının zincirinin çekildiğini de duyunca, yorganını üzerinden çekip yatağında doğruldu. Birkaç saniye sonra, saçı başı darmadağın bir vaziyette, annesi kapıda belirdi. Yüz ifadesi her zamanki gibi güler yüzlü, sevecendi. Oysa gerçeği biliyordu Adrian. Artık çocuk değildi, bunu anlayabilecek kadar da aklıselim biriydi.
"Uyusana sen oğlum," dedi annesi hiç de inandırıcı olmayan bir ses tonuyla. "Yine ölülerin saldırısı muhtemelen, endişelenmeni gerektirecek hiçbir şey yok."
"Anne, neler olduğunun farkındayım," diye cevapladı onu Adrian. Hüzünlü, pes etmiş bir yüz ifadesi takındı annesi bunun üzerine. "Ne zaman gelecekler?"
"Bilmiyorum," dedi Adora sadece dudaklarını oynatarak. "Her an gelebilirler, aldığım önlemler... onları durdurmaya asla yetmez. Bu saatten sonra seni saklamak da fayda etmez, varlığını hissedebiliyorlar."
"Üzülme anne," dedi Adrian yatağından çıkarak. "Merak etme, korkmuyorum. İyi olacağım, bunu başarabilirim. Üç yıl sonra döneceğim sana, evimize. Asla onlara katılmayacağım. Lanet olası savaşları umrumda bile değil."
"Biliyorum." dedi Adora, acı gülümsemesi tekrar yüzünde belirirken.
On yedi yaşındaki kumral, yeşil gözlü delikanlı koşarak annesine doğru gitmeye hazırlanırken duyduğu bir sesle irkildi. Kapının menteşelerinin söküldüğünü anlamak zor değildi onun için. Sarıldı annesine, doyarak... bir daha hiç sarılmayacakmış gibi... O bunu o an bilmese de, bu gerçekti. Çünkü Dominus işini asla şansa bırakmaz. Okuldan mezun olup geri döndüğünde, annesinin mezarıyla karşılaşacağını bilse, genç delikanlının tüm yaşama arzusu solar giderdi. Oysa bu şekilde, annesinin intikamıyla yanan ruhu, onu istemediği yollara sürükleyecekti. Dominus bilge biriydi ne de olsa. Otoritesini sağlam tutmayı, dünyanın arzu ettiği şekilde dönmesini sağlamayı çok iyi biliyordu. Ona karşı gelen kimse olamazdı, buna izin veremezdi. Tek bir çatlak, kurduğu düzenin yerle bir olmasına sebep olabilirdi.
Birkaç saniye sonra, iki muhafız kollarından tutmuş, onu kapıya doğru sürüklüyorlardı. Annesinin sesli gözyaşlarını, hıçkırıklarını işitmemek için elinden geleni yaptı Adrian. Babasını kaybedeli çok uzun zaman olmuştu. Ona dair tek bir anısı bile yoktu belleğinde. Adora babasının nasıl öldüğünü asla açıklamazdı Adrian'a, sadece "O bir kahraman gibi öldü." derdi hep. O gün bugündür, annesiyle birlikte yaşamıştı. Nedenini bilmiyordu ama, yaşadıkları köyde hiç akrabaları yoktu. Bu da çok anormal sayılmazdı doğrusu. Çünkü yaşadıkları yer Fidelitas Köyü'ydü, lanetli köy... Her ay ölülerin saldırısına uğrardı köy sakinleri, Adrian'ın akrabaları zamanında terk etmiş olmalıydı buraları. Başka bir köye, belki de büyük bir krallığa göçmüşlerdi.
Köy meydanına geldiklerinde sıyrıldı daldığı düşüncelerden. Buna da anında pişman oldu, çünkü annesinin çığlıkları tekrar duyulur olmuştu. Arkalarından gelmişti muhtemelen, seyretmeye... Tam meydanın ortasında, muhafızların oluşturduğu bir çember vardı. Çemberin dışında acı dolu aileler, içinde ise korku dolu çocuklar... Görülebilecek en dehşet verici, en korkunç ve en zalim manzara; bir utanç abidesi... Neden kimse dur diyemiyordu bu Dominus'a, nam-ı diğer Elementlerin Efendisi'ne? Element gücü olan her çocuğu, bu güçlerin belirdiği ve geliştirilmeye açık bir hâle geldiği 17-18 yaşlarında toplatıp, Magia Adası'na getirtirdi bu adam. Kim olduğunu, kaç yaşında olduğunu kimse bilmezdi Dominus'un. Sadece ondan korkulması gerektiği bilinirdi. Magia Büyü Okulu'nun Müdürü olduğu söylenirdi, ama tek işi bu değildi tabii ki. O dünyanın hakimiydi, tüm ipler onun ellerindeydi. Kudretli krallar bile ona bağlıydı, onun piyonlarıydı sadece. Bu duruma bir türlü anlam veremiyordu Adrian...
"Hey sen!" diye bağırdı muhafızların başı gibi görünen adam, parmağını Adrian'a doğrultarak. Yüzü gecenin karanlığında seçilemiyordu, fakat siluetinin göz bebeklerine yansıması bile yeterdi insanları dehşete düşürmeye. "Çabuk ol, şafağa az kaldı, daha fazla kaybedecek zamanımız yok!"
Adrian da çemberin ortasındaki çocukların arasına katıldığında, gözyaşlarıyla bezenmiş yüzleriyle yaklaşık yarım düzine çocuk gördü. Adrian ise ağlamıyordu, içinde korkudan eser yoktu, sadece annesinden ayrılacağı için kederleniyordu. Bunlar mektep çocukları olmalıydı mutlaka. Adrian mektebe gitmemişti hiç, çiftçilik yaparak evlerini geçindirmesi gerekiyordu çünkü. Annesi onu okutmak için çok çabalamışsa da, Adrian buna izin vermemişti; kendisi yaşıtlarıyla eğlenirken, annesinin ağır şartlar altında çalışmasına, ter dökmesine nasıl göz yumabilirdi?
"İlk sınav!" diye haykırdı baş muhafız o zalim sesiyle. "Sıraya geçin."
Çocuklar sıraya dizilip kendilerini bekleyen dehşete bakakalmışken, onları kaçmaktan alıkoyan tek şey muhafızların soğuk bakışlarıydı. Aralarından kaçma şansları yoktu, yoksa tüm köyü yakıp küle çevirirlerdi. Okula gitmemesi, Adrian'ın tarih konusunda bilgisiz olduğunu göstermezdi. O bu olayın daha önce de gerçekleştiğini, annesinin ona anlattığı hikayelerden biliyordu. Adrian babasının da bir element kullanıcısı olup olmadığını çok merak ediyordu. Annesi ise hiç yanaşmamıştı bunu onunla paylaşmaya. Element kullanıcısı olmak, genetik bir özellik değildi; bunu iyi biliyordu Adrian. Yine de, merak ediyordu işte.
Adrian da başını kaldırıp kapalı kutuya baktığında sıranın ona gelmesine sadece bir kişi kalmıştı. İçinde su bulunan cam bir bölmeydi bu, çocukları bunun içine kilitliyorlardı. Birer birer... Ondan önce bölmeye girenler, şimdi öksürüp nefes almaya çalışıyor;, hayat ile ölüm arasında gidip geliyordu. Bu demekti ki, Fidelitas Köyü'nden bir su kullanıcısı çıkmayacaktı; eğer aralarında su kullanıcısı olsaydı, suyun içinde de nefes alabilirdi. Adrian da sert kollar tarafından sürüklenip bir merdivenle bölmenin üstünden, içeri bırakıldığında... Hayatının en kötü dakikalarını yaşadı. Kendini kaybetmemek için sakin kalmaya çalıştı, böylece yaşama şansı daha fazla olacaktı. Ancak hayatta kalma arzusu, sabrına üstün geldi; bölmenin içinde çırpınıp debelenmeye başladı. O sert kollar onu bölmeden çekip çıkarmakta birkaç saniye daha gecikseydiler, Adrian'ın hayatını kaybetmesi işten bile değildi. Su kullanıcılarını ayırt etme işlemi bittiğinde, meydanın etrafında endişe ile bekleyen kalabalığa henüz ölüm olmaması sebebiyle, bir rahatlama hissi geldi.
Sırada hava ve toprak kullanıcılarının seçimi vardı. Bu ikisi birlikte olacaktı. Tabii bu, acımasız oyunun daha kısa sürmesine değil, daha çok acılı olmasına sebep olacaktı. Bir yarık oluşturdu muhafızlar, meydanın ortasında. Tek tek atıldı çocuklar bu yarığın içine. Uçma gücü olanlar rüzgarı kullanarak yarığın dibine daha hafifçe çarpacaklardı, böylece onların kim olduğu belli olacaktı. Toprak kullanıcısı olanlar ise, yere çarparken toprağın içine çekileceklerdi; böylece onlar da yara almadan bu testi geçeceklerdi. Peki ya ateş kullanıcıları? Aralarında su kullanıcısı olmadığı için, geriye bir tek onlar kalıyordu. Onlar ise bu acıyı iliklerine kadar hissedeceklerdi.
Adrian bacağında birkaç kemiğin kırıldığını düşünüyordu çukurun içine atıldığında. Dehşetle haykırırken yukarı baktığında, yavaşça derin çukurun dibine doğru süzülen birkaç çocuk gördü, elleriyle rüzgarı kontrol edip hızlarını azaltıyorlardı. Demek hava kullanıcıları açısından bereketli bir seçme günüydü bu. Ona saatler gibi gelen uzun bir süreden sonra kendine gelmeyi başardığında, etrafında yarı toprağa batmış halde birçok kişi gördü; demek ki onca dakika çığlık atan tek kişi kendisiydi. Bu da tek ateş kullanıcısının o olduğu anlamına geliyordu. Bunu en başından beri biliyordu Adrian, ama söylememişti; bir ihtimal, bir umut anlamazlardı. Bu umudun ne kadar boş olduğunu şimdi çok daha iyi anlıyordu. Söylese bir şey değişeceğinden değil, söylese bile bu testlerin hepsine tabi tutulacaktı. Kim inanacaktı ki ona? Bu acımasız insanlar mı? Ölülerin köylerini bir gün rahat bırakacak olması bile bundan daha büyük bir olasılıktı.
Çocuklar birer birer çukurdan çıkarıldıktan sonra Dominus'un adamları tarafından atlı arabalara bindirildi. Geriye sadece o kalmıştı. Son teste tek girecek kişi olması içini acıtıyordu Adrian'ın. Kendinden şüphe duymuyordu, aksine bir ateş kullanıcısı olduğundan epey emindi. Birkaç ay önce bir köylünün odunluğunu yakması da bu yüzden değil miydi zaten? İsteyerek olmamıştı gerçi, bir kazaydı sadece. Yine de, dikenli bir sopayla sırtına onlarca darbe almasına engel olmamıştı bu. Şimdi ise daha beter bir durumdaydı. Son yarım saat içinde nefessiz kalıp boğulmanın eşiğine gelmişti, bir çukurun içine atılıp tüm vücudu zedelenmişti.
Köy meydanının ortasında alevden bir çember kurulmuştu. Sadece annesi izliyordu Adrian'ı, ona bakmasa da endişeli bakışlarının üzerinde olduğunu hissedebiliyordu. Diğer aileler uzaktan çocuklarına el sallıyor, sözsüz bir şekilde vedalaşıyorlardı; muhafızlar onları atlı arabalara yaklaştırmıyordu.
"Görelim seni bakalım, ateş kullanıcısı." dedi baş muhafız Adrian'a. Bakışları tereddütlü gibiydi, sanki onun bir ateş kullanıcısı olmasına inanamıyordu. Adrian koşmaya başladı, hızlandı, hızlandı... Çemberin içinden atlayıp karşı tarafa geçtiğinde ise... hiçbir şey hissetmedi. Harika! Giysileri bile yanmamıştı. Kolundan tutulup atlı arabalardan birine çekilirken arkasını döndü, son bir kez baktı annesinin gözlerine. Konuşmasa da, annesi çok iyi anlamıştı onun ne demek istediğini: "Geri döneceğim."

~

* Dokuzuncu ayın ilk günü.

Uzun yolculuk boyunca uyumuştu Adrian. Uyumaya takati kalmadığı zamanlar ise bir köşeye çekilip düşünce dünyasında oyalanmıştı. Onunla aynı arabada kalan iki çocukla hiç mi hiç konuşmamıştı. Düşünecek o kadar çok şeyi vardı ki... Hep soğukkanlı biri olmuştu o, en zor durumlarda bile. Ama şimdi eser kalmamıştı onun bu hâlinden. Nasıl soğukkanlı olabilirdi ki? Hiç kimseyi tanımadığı, ne yapacağını hiç bilmediği bir yere gidiyordu. Üstelik üç yıl boyunca o adada hapis kalacaktı. Günler süren araba yolculuğundan sonra, bir yelkenliye bindirilmişlerdi. Daha önce hiç görmemişti denizi Adrian, "Söylediklerinden de büyükmüş." diye düşündü içinden. Onun yaşadığı köy Borealis Denizi'nden epey uzaktı, onun görüp görebileceği yüce nehir Rivus'tu.
Sanki sonsuza ulaşıyormuşçasına önlerinde uzanan deniz sona erip de kıyı göründüğünde, hayretten ağzı bir karış açıldı Adrian'ın. Bir adaydı karşısındaki... ya da hayır... bu cennetin ta kendisi miydi yoksa? Karar vermekte güçlük çekiyordu. Yelkenliden indirilip tekrar atlı arabalara bindirildiklerinde, Adrian adanın cıvıl cıvıl ormanlarından, el değmemiş doğal güzelliklerinden gözlerini ayırıp; bu manzarayı bozan tek şeye çevirdi. Adanın tam ortasıymış gibi görünen bir yerde, kapkara bir kule yükseliyordu göğe doğru.
"O kule Torris'tir," dedi atlı arabanın sürücüsü. "Dominus'un, okul müdürünün karargâhı... Magia Adası'nın ve tüm dünyanın yönetildiği yer."
"Canı cehenneme." diye mırıldandı Adrian kimsenin duyamayacağı bir sesle.
İçinden geçtikleri orman sona erdiğinde, dört beş orman patikasının birleştiği bir kavşağa geldiler. Burada onlara 2-3 düzine daha atlı araba katıldı, bunlar yeni dönem öğrencileriydi Adrian gibi. Onlarca atın nal sesleri arasında, Adrian araba sürücüsünün ona verdiği nasihatleri hayal meyal duyuyordu: "Aramızda kalsın, Dominus acımasız ve duygusuz biridir; yapılan hataları asla affetmez. Sakın ola onunla tek kelime bile muhatap olayım deme çocuk, yoksa bu hayatının sonu olur. Bir ateş kullanıcısıydın değil mi? Kendi bölümündekilerle iyi anlaşmalısın tabii ki, ama diğer bölümlerden de dostlar edinmelisin bence. Bu adada hayat zorludur, öğrenciler arasında bile sık sık kavgalar, düellolar olur. Arkana güçlü birilerini al ki, seninle cenk etmekten çekinsinler. Yoksa üst dönemler seni böcek gibi ezerler. Dersler de oldukça zorludur, sakın aylaklık edeyim deme. Yenilerin kabul töreni okul meydanında olur. Dominus bir platformun üstünden sıkıcı bir konuşma yapar her zaman, okul kurallarını anlatır ve mümkünse birbirinizi öldürmemenizi rica eder. Sözü bölünürse ilk dakikadan ölümü görmüş olur öğrenciler ya, neyse. Meydandaki masalarda hemen ateş kullanıcılarını bul, onların yanına yerleş. Benden demesi, meydan yemekhane gibi değil. Kellenin yerinde kalmasını istiyorsan, başka bir bölümün masasında oturmayacaksın. Kabul töreninden sonra ateş kampına gönderecekler seni. Kamplarınız tabii ki burada değil, kamplar adanın dört bir tarafında. Her kamp birbirinden epey uzakta anlayacağın, anlarsın ya, kavga ölüm olmasın diye. Her akşam atlı arabalarla kamplarınıza götürülürsünüz. Her sabah da buraya, adanın merkezine getirilirsiniz. Saatlerce yürümek istemiyorsan arabaları kaçırma evlat! Her kampa sadece o bölümün öğrencileri girebilir, tabii ya, sıkı korunur kamplar. Sanırım alevlerin içinden geçmen gerekecekti, ha evet öyleydi. Senin için sorun olmaz sanırım, ha? Neyse, bunları zaten bölüm başkanınız size anlatacaktır. Ama olsun. Hadi geldik meydana, yarın derslere gireceksin, ilk günden kendini fazla yorma. Bak ben iyilik sever bir insanım, sana bu yüzden bunları anlatıyorum; Dominus hakkında söylediklerimi tek kişiye söylersen, iyi niyetimi suistimal etmiş olursun. Söyleyemeyeceksin değil mi? Anlaştık değil mi? Hey, sana diyorum!"
Adrian ise ona cevap verecek durumda değildi, tam karşısındaki meydanın en ucunda yükselen kule Torris'e, meydanın etrafına dizilmiş olan binaların zarafetine bakakalmıştı. Dokuzuncu ayda havanın bu kadar güzel olması da bu mekanın bir büyüsü müydü acaba? Muhtemelen. Adrian'ın köyünden çok daha güzel bir yerdi burası, hatta dünyadaki her yerden daha güzeldi. Hoş, Adrian daha önce köyünden başka bir yer görmemişti ya... Her şeye rağmen... bilinmeyen, tahmin edilemeyen türlü şeye rağmen... Adrian üç yıl sürgün geçirmek için buradan daha güzel bir yer hayal bile edemezdi.

...



Spoiler:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://fantasia.my-rpg.com
 
Ana Kurgu ~ Elementlerin Efendisi
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Fantasia RPG :: Genel :: Site Mekanizması :: Kurgu-
Buraya geçin: